Türkiye Psikiyatri Derneği, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla yazılı bir açıklama gerçekleştirdi.
Dernekten gelen açıklamada, "Kadına yönelik şiddet, cinsiyete bağlı olarak kadına fiziksel, cinsel, psikolojik, sosyal ve pek çok farklı alanda zarar veren, toplumda ya da özel yaşamda baskı uygulayan her türlü davranışı ifade eder; bu durum kadının özgürlüklerinin keyfi bir şekilde kısıtlanmasına yol açmaktadır" ifadeleri kullanıldı.
Açıklamada, "İstanbul Sözleşmesi'nden 2021 yılında çekilinmesinin ardından, Türkiye’de kadına yönelik şiddetin artış gösterdiği ve bu konuda atılan adımların yetersiz kaldığı gözlemlenmiştir" denildi ve "Kadına yönelik şiddet ile kadın cinayetlerinin önlenmesi, devletin cinsiyet eşitsizliğine karşı durduğu, toplumsal dönüşümle mümkün olabilir" vurgusu yapıldı.
Türkiye Psikiyatri Derneği'nin açıklaması şöyle devam etti:
"Kadına yönelik şiddet, cinsiyete dayalı bir biçimde, kadına fiziksel, cinsel, ruhsal, sosyal ve birçok şekilde zarara yol açan, toplumsal ya da özel alanda baskılar uygulayan her türlü eylemdir.
25 Kasım 1960 tarihinde, Dominik’teki otoriter yönetim karşısında mücadele eden üç kız kardeş, bu yönetimin destekçileri tarafından tecavüze uğrayıp öldürülmüştür. Mirabel kardeşlerin direnişi, yalnızca o dönemin sonunu getirmekle kalmamış, aynı zamanda dünya genelinde kadına yönelik şiddetle mücadele simgesi haline gelmiştir. 1999 yılında, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 25 Kasım’ı ‘Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ olarak kabul etmiştir.
KADINA ŞİDDET, HALK SAĞLIĞI SORUNUDUR
Dünya Sağlık Örgütü, kadına yönelik şiddeti temel bir halk sağlığı sorunu olarak tanımlamaktadır. Bu durum, insan hakları ihlali oluşturmakta ve cinsiyete bağlı şekilde ortaya çıkmaktadır. Ataerkil yapının yarattığı toplumsal cinsiyet eşitsizliği, kadınları ekonomik, siyasi, eğitim ve sağlık gibi temel haklardan mahrum bırakmakta, bu eşitsizlik her geçen gün daha da derinleşmektedir. Türkiye’de kadın cinayetleri son 10 yıl içinde en yüksek artış oranına ulaşmıştır. 2023 yılının ilk altı ayında 206 kadın cinayeti ve 117 şüpheli kadın ölümü kaydedilmiştir. Bu durum, egemen ataerkil ideoloji ve ekonomik sistemin kadın ile erkek arasındaki eşitsiz ilişkiyi sürdürmesini işaret etmektedir.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ VURGUSU
Kadına yönelik şiddetle mücadeledeki en kapsamlı uluslararası metin olan İstanbul Sözleşmesi, 2011 yılında İstanbul’da imzalanmış ve 2014’te yürürlüğe girmiştir. Ancak 2021 yılında Türkiye, İstanbul Sözleşmesi'nden çekildiğini bildirmiştir. Sadece hukuki bir düzenleme olmanın ötesinde, şiddetin toplumsal boyutunu değiştirmeyi hedefleyen bir yol haritası olan İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik her türlü şiddete karşı sağlam bir hukuki çerçeve sunmakta ve aynı zamanda mağdur kadınları korumak ile toplumsal cinsiyet eşitliğini desteklemek adına devletler ve toplumlar üzerindeki sorumlulukları belirtmektedir. İstanbul Sözleşmesi'nden 2021'de çekilmesinin ardından, Türkiye’de kadına yönelik şiddetin artmasının yanı sıra, şiddetle mücadeledeki çabaların da yetersiz kaldığı gözlemlenmektedir.
TOPLUMSAL DÖNÜŞÜMLE ÖNLENEBİLİR
Devlet, şiddet olaylarını önlemeli, etkili bir şekilde soruşturarak, fail erkeklere yaptırımlar uygulamalı, kadınlar için şiddet sonrası destek mekanizmaları oluşturmalı ve bunları etkin bir şekilde işletmelidir. Şiddet haberlerinde failin meşruiyet kazanmasına yol açan ifadelerin kullanılması, ceza davalarında haksız tahrik ve iyi hal indirimi çağrılarıyla suçlunun korunmasını sağlayan yargılamaların derhal durdurulması gerekmektedir. Biz, ruh sağlığı uzmanları, kadına yönelik şiddeti sayılarla tanımlamanın yetersiz kaldığını her gün gözlemlemekteyiz ve bir kez daha hatırlatıyoruz; şiddet, etnik köken, dil, din, yaş ya da sosyal statü gözetmeksizin her kadını etkileyen bir durumdur. Başka bir kadını daha kaybetmek istemiyoruz. Kadına yönelik şiddet ile kadın cinayetlerinin önlenebilmesi ancak devletin cinsiyet eşitsizliğine açıkça karşı durduğu bir toplumsal dönüşüm ile mümkün olacaktır."